186 views 38 mins 0 Yorumlar

BATI DÜNYASINDA MÜSLÜMANLAR LEHİNE DEĞİŞEN DEMOGRAFİK ÜSTÜNLÜĞÜN BATI HEGEMONYASI ÜZERİNE ETKİSİ

Tarihinde Yayınlandı Bilgi
Mayıs 12, 2019

“Toplumun gelişimine dair bir sorgulamada, bir konunun incelenme yöntemi; İnsanlığın mutluluk yönündeki ilerlemesini engelleyen sebeplerin incelenmesi ve bu sebeplerin gelecekte tamamen veya kısmen yok olması olasılığının gözden geçirilmesidir. Bu soruya tamamen girebilmek ve bugüne kadar insanoğlunun gelişimini etkileyen tüm sebepleri sıralamak bir kişinin gücünü aşar. Bu denemenin asıl amacı, insan doğasına doğrudan bağlı büyük sebeplerden birini incelemektir; bu sebep, toplumun oluşumundan beri sürekli ve etkili bir biçimde etkin olsa da bu konuyla ilgilenen yazarların nadiren ilgisini çeken bir meseledir. Bu sebebin varlığını oluşturan olgular gerçekten de sürekli ifade ve tasdik edilmiştir; ancak doğal ve zorunlu etkileri hemen her zaman gözden kaçmıştır ama muhtemelen ahlaksızlık ve sefalet ve aydınlanmış hayırseverlerin sürekli olarak her çağda düzeltmeye çalıştığı bir gerçek olan, doğanın hediyelerinin eşit biçimde dağıtılmaması bu etkiler arasında önemli bir pay sahibi kabul edilmiştir” [1] diyerek başladığı makalesinde Thomas Malthus’un tartışmaya açtığı konu nüfus artış hızı ve mevcut kaynakların bunu ne nispette besleyeceğidir. Malthus soruna ağırlıklı olarak iktisadi yönden yaklaşmıştır. Sürecin ne şekilde ilerleyeceğini ve nasıl bir sonuca ulaşılacağını mevcut verileri inceleyerek açıklama yoluna gitmiştir. Bizim ele almak istediğimiz konu ise, iktisadı kesinlikle dışlamayan, hatta yine konu içerisinde çok büyük bir önem arz eden, fakat temelde nüfus artış oranlarındaki farklılıklar ve bu farklılıkların jeopolitik ve jeokültürel yansımaları üzerine olacaktır.

Malthus’un makalesini andıran bir üslupla yazılan, Paul Kennedy tarafından kaleme alınmış, türkçeye “Yirmi Birinci Yüzyıla Hazırlanırken” diye çevrilmiş kitapta yazar “Nüfus Patlaması” bölümünde şu soruyu sormaktadır: “Aydınlanmanın akılcı bilimsel ve liberal varsayımlarını geçmişte yaşadıkları tecrübelere dahil etmemiş bulunan toplumların ezici bir çoğunluğa sahip olduğu bir dünyada, “Batı’nın değerleri” – yani liberal bir sosyal kültür, insan hakları, dinde hoşgörü, demokrasi, piyasa kuvvetleri – şimdiki üstün pozisyonunu sürdürmeye devam edecek midir?”[2] Kennedy kitapta istatistiksel verileri de kullanarak geleceğin dünyasına ilişkin bir takım öngörülerde bulunuyor. Bu öngörülerinin temelinde gelişmekte olan dünyanın gelişen dünyaya çok da uzak olmayan bir gelecekte demografik olarak üstün olacağından bahsediyor. Ve üstünlük sağlandığında mevcut sistem kemikleşmiş değerleri ile varlığını sürdürebilecek mi, yoksa değişen nüfus artış oranlarının ötesinde tüm sistemin değerlerini de dönüştürecek bir değişime sebebiyet verecek yeni bir sistemin inşa süreci mi başlayacak? Burada yapacağımız çalışmada Kennedy’nin fikirlerinden yola çıkarak fakat sadece rakamsal verilere bağlı kalmaksızın bölge coğrafyasının da bir parçası olarak Batı dünyasında hızla artan müslüman nüfusunun bölgesel ve küresel dengeleri, dahası sistemi nasıl değiştirebileceğine ilişkin öngörülerimizi somut örneklerle temellendirmeye çalışacağız.

Kennedy’nin Batının değerleri dediği liberal sosyal kültür, insan hakları, dinde hoşgörü, demokrasi, piyasa kuvvetleri gibi kavramlar demografik değişim sonucu sadece el mi değiştirecektir, ortadan mı kalkacaktır, bir evrilme veya evrim sürecine mi girecektir? Dahası bu kavramların hepsini tek sepette toplamanın ne derece doğru olabileceği sorusu sorulabilir. Piyasaya ve parasal sürece hızla adapte olabilen en radikal islamcı kesimler dahi insan hakları, demokrasi ve dini hoşgörü gibi konularda gerekli hassasiyeti ve hoşgörüyü gösterebilecek midir? Tabi bu arada Batı’nın bu değerleri ne şekilde okuduğu ve yaşattığı da ayrı bir sorunsalı oluşturmaktadır.

Demografik değişim sürece üç bölge üzerinden ele alınacaktır: Avrupa, Rusya ve İsrail. Her birindeki değişim benzerliklerin yanında farklılıklarda arz etmektedir. Müslüman nüfusunun bu ülkelerde gösterdiği artışın bu bölgeleri tek tek ve de sonunda bütün küresel sistemi ne şekilde etkileyeceğine ilişkin yapacağımız yorumların bir olasılık hesaplamasından öteye gitmeyeceği muhakkaktır. Fakat öngörülerin de gelecekte yaşanması mümkün olan bir olayın muhtemel seçeneklerini de içerdiğini reddedemeyiz. Sunulacak fikirler tamamıyla şahsi görüşlerdir. Elbette yazılacaklar her ne denli nesnel sonuçlara dayandırılmaya çalışılacaksa da toplum içerisinde yaşayan bir insan olmanın verdiği bağlılık dürtüsü ile bireysel temennileri de içerisinde barındıracaktır.

Avrupa:

Washington merkezli PEW Araştırma Merkezi’nin (PEW Research Center) din merkezli dünyadaki nüfus artışının analiz edildiği “Küresel Müslüman Nüfusun Geleceği: 2030 Öngörüsü” raporda: “Yirmi yıl sonra her dört kişiden biri Müslüman olacak” denilmekte, bu da Avrupa’da 2010 yılında 44 milyon olan Müslüman nüfusun 2030 yılında 58 milyona çıkağı anlamına gelmektedir. Şu an Avrupa nüfusunun % 6’sını oluşturan Müslümanların, 2030 yılında % 8’ine ulaşması bekleniyor. Raporda, Müslümanlardaki nüfus artışının daha yüksek olduğunu vurgulanırken, gelecekte Müslümanların Avrupa’daki toplam nüfusun % 10’unu oluşturabileceği kaydedilmektedir.[3] Raporda artış hızının düşük olabileceğinin, bunun da temel gerekçesinin göçmen sayısındaki azalmadan kaynaklanabileceğine vurgu yapılmıştır. Orta doğu bölgesinde cereyan eden olaylar ve Batı destekli rejim değişim hareketleri sebebiyle artık insanların kendi ülkelerinde kalmak isteyebileceği ve hayatlarını buralarda idame ettirmek isteyebileceği söylenmiştir. Aynı raporda Avusturya, İsveç, Belçika, Fransa gibi ülkeler de Müslüman nüfusun önemli oranda artmasının öngörüldüğü ülkeler olarak gösterilmiştir. . 2030 yılında Müslüman nüfus oranının ülke nüfusunun yüzde 10’unu geçeceği Avrupa ülkeleri ise şöyle sıralanmıştır: Kosova (yüzde 93.5), Arnavutluk (yüzde 83.2), Bosna-Hersek (yüzde 42.7), Makedonya (yüzde 40.3), Karadağ (yüzde 21.5), Bulgaristan (yüzde 15.7), Rusya (yüzde 14.4), Gürcistan (yüzde 11.5), Fransa (yüzde 10.3) ve Belçika (yüzde10.2).[4]

Türkiye ve Orta Doğu coğrafyası ile ilgili yaptığı çalışmalarıyla da bilinen İsrail asıllı ABD’li ünlü tarihçi Prof. Bernard Lewis, göç ve nüfus değişimi yüzünden gelecek yüzyılda Avrupa’da Müslüman nüfusun hem sayısal ve siyasal çoğunluk olacağını söyledi. Princeton Üniversitesi’nde profesör olan Lewis, İtalyan gazetesi La Rebuplica’daki demecinde, “Önümüzdeki yüzyıl içerisinde Müslümanlar’ın Avrupa’da çoğunluk haline geleceklerini” iddia etti. Söyleşinin devamında: “Avrupa’daki Müslüman varlığı giderek daha da önem kazanıyor. Göç ve demografideki bu eğilim devam ederse pek yakında çoğunluk Müslümanlardan oluşacak. Madem ki demokratik bir yapımız var, bu olgunun siyasi bir faktöre dönüşmesi de mümkün” diye ekledi. Bunun yanı sıra Avrupa’daki Müslüman varlığının ciddi sorunları da beraberinde getireceğini savundu.[5]

Avrupa’da son dönemlerde özellikle müslümanlara karşı yapılan neo-nazi eylemler islamofobi tartışmalarını yeniden gündeme taşıdı. Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Türk-Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı Başkanı Prof. Dr. Faruk Şen, AB sınırları içinde 19 milyon Müslümanın yaşamasının bu birlik içindeki islamofobiyi büyük bir şekilde arttırdığını söyledi. AB’nin yanı sıra Birliğin dışında kalan Norveç ve İsviçre gibi ülkelerde de İslam’a karşı önyargının her geçen gün arttığını belirten Şen, bu konuda ilgili ülkelerin gerekli politikaları hayata geçirmemesinden şikayetçi.[6]

Rusya:

Osmanlı’nın en büyük düşmanlarından biri olarak aksettirilen Rusya’da ülke içerisinde hızla artan müslüman nüfustan kaynaklanan endişeler ayyuka çıkmaktadır. Konuyla ilgili 2007 Ağustos’unda yapılan bir anket “Rusya yalnız Ruslarındır” sloganını benimseyenlerin oranını % 55 olarak gösterirken, % 57’lik bir kitlenin de resmi yetkililerin ülkeye göçmen girişini sınırlandırması gerektiği görüşünde olduğunu ortaya çıkarmıştır. Rusya Federasyonu içindeki Rus ve Müslüman nüfus artışı arasındaki dengesizlik Ortodoks kilisesi ve milliyetçiler arasında Rusya’nın bir gün Müslüman bir Cumhuriyete dönüşeceği “endişe”sini doğurmaktadır. Kaldı ki bu “endişe”ye katılanlar yalnızca marjinal ve radikal kesimlerle sınırlı kalmamakta; Aleksei Malashenko gibi ünlü uzmanlar da Rusya’daki demografik yapının 50 yıl sonra sürpriz bir tablo ortaya koyabileceğini öne sürmektedir. 2002’deki son resmi nüfus sayımı verilerine göre 144 milyonluk ülkede, Rus Ortodoks Kilisesi yetkililerine göre müslüman nüfusunun 20 milyon, Rusya Müftüler Konseyi Başkanı Ravil Gaynutdi’ne göre ise eski Sovyet coğrafyasından gelen Müslüman göçmenler ile birlikte bu sayının 23 milyon civarında olduğu iddia edilmektedir.[7]

BBC tarafından hazırlanan bir haberde de Rusya’nın ihtiyaç duyduğu işgücünü karşılayabilmek için Orta Asya’dan yoğun şekilde göç aldığı belirtilmiş. Gelenlerin nerede ise tamamı müslüman. Başkent Moskova’daki müslüman sayısı 2 milyon; bu da kent nüfusunun beşte birine tekabül ediyor. Öyle ki camiler artan müslümanların ihtiyaçlarını karşılamak için yetersiz kalıyor. Hasan Fahreddinov isimli imam kentteki 4 küçük caminin milyonlarca kişiye yeterince iyi hizmet veremediği söylüyor. Yetkililer tarafında kendilerine yeni camiler yapılacağı sözü verilmesine rağmen hiçbir şey yapılmadığını belirtiyor ve kendilerine yabancı muamelesi yapılmasından şikayet ediyor. Bunun yanı sıra islami usullere göre hizmet veren yemekhane ve lokanta sayısının da oldukça az olduğuna vurgu yapılıyor. Arzın talebi karşılayamaması sebebiyle insanlar sokak tezgahlarına yöneliyor. Haberde müslümanlığı seçen çok sayıda Rus’un olduğuna da deyiniliyor. Rus Ortodoks Kilisesinde rahip ve eski tanınmış bir politikacı olan, şu anda İslam Merkezi yöneticisi Ali Viceslav Polosin 12 yıl önce islamı benimsediğini söylüyor. Yıllarca noeli tatil etmek için uğraştığını anlatan Polosin artık kendi gibileri için siyasette yer olmadığını belirtiyor. Yöneticiliğini yapmış olduğu bu merkeze on bin Rus kadının İslamı seçerek kayıt yaptırdırdığı bilgisini veriyor. Müslüman sayısının bu denli hızla artmasından endişe edenler bu durumun ülkenin kaderini kötü yönde etkilediğini belirtiyor. Milliyetçi grup Rossevet üyesi Yuri Gorski Moskova’nın Moskovabat’a dönüştüğünü ve bu durumu arkadaşlar arasında dalgaya aldıklarını söylüyor. Slav kökenli olmayanların hergün artmasından şikayetçi olan Gorski parka gittiğinde kendilerine benzemeyen bir sürü insanla karşılaşmaktan rahatsızlık duyuyor ve bunun çok korkutucu olduğunu belirtiyor. Rusya’da, azalan nüfus sebebiyle büyüyen ekonomi yeni iş gücüne ihtiyaç duyuyor fakat iş için gelen insanlar kendileri ile beraber kültürlerini, geleneklerini ve inançlarını da getiriyor.[8]

Estonya Üniversitesi profesörlerinden Paul Goble, geçtiğimiz 10 yıl içinde iki kıtaya yayılmış olan Rusya’nın önemli toplumsal değişikliklere sahne olduğunu söylüyor. ”Rusya’da İslam” adlı kitabıyla tanınan Amerikalı uzman Moskova’da Paris’tekinden daha fazla Müslüman yaşadığına dikkat çekiyor ve 2 buçuk ile 3 milyon arasında Müslüman bulunduğunu söylüyor. Bazı batılı uzmanlar Rus nüfusundaki bu değişimin çok ciddi uluslararası sonuçları olacağını ileri sürüyor. Öyle ki, Goble’a göre Müslümanlar çoğunlukta olunca radikal dincilerin hükümeti ele geçirmesi mümkün. Amerikalı uzman radikal Müslümanların nükleer silah ele geçirme tehlikesinin Batı’yı her zaman korkuttuğunu söylüyor ve devamında “Rusya’daki radikal Müslümanlar Kremlin’de yönetimi ele geçirirse ellerinde bir değil binlerce nükleer silah olacak..” diyor.[9] Her ne kadar bu senaryo şu an itibariyle abartılı gibi gözükse de bu konunun Batı’da ciddi ciddi tartışılmaya başlandığını ve üzerinde titizlikle durulduğunu görmekteyiz. Aynı haberde Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan bir araştırmaya göre Rusya’nın şu anda 140 milyon olan nüfusunun 2050 yılına kadar üçte bir oranında azalarak 95 milyona düşeceğini tahmin ediliyor. . Etnik Ruslar arasında doğum oranı her yıl düşerken federasyon içindeki Müslümanlarda bunun tam aksi görülüyor. Dolayısıyla önümüzdeki 40-50 yıl içinde Rusya’da Müslümanların çoğunlukta olması ciddi bir ihtimal.

İsrail:

Batı’nın Orta Doğu’daki karakolu olarak lanse edilen İsrail’de durum diğer ülkelerde olduğundan çok daha karamsardır. Çünkü İsrail zaten yarım asırlık geçmişe sahip bir ülke olarak şu an üzerinde yaşadığı topraklara insanlarının büyük çoğunluğunu sonradan zorla veya rızayla göç ettirerek kurulmuş belki de tarihteki tek örnektir. Etrafı tamamıyla Müslüman araplarla çevrili bir coğrafyada yer almaktadır. Her ne kadar kurulduğu günden bugüne dek araplarla olan savaşını sürdürse de, ekonomik ve siyasi gerekçelerle bu insanların bir kısmını kendi topraklarında barındırmak durumundadır. İsrail’deki marjinallere göre de temel sıkıntı burada baş göstermektedir.

Hayfa Üniversitesi’nde görevli Prof. Arnon Sofer, Parlamento Dış ilişkiler ve Savunma Komitesi’ne verdiği brifingde, 2020 yılında İsrail ve Filistin topraklarında Yahudilerin azınlıkta kalacağını belirterek, “Önlem alınmazsa 19 yıl sonra İsrail yok olur” demektedir. 19 yıl sonra Ürdün nehri ile Akdeniz arasında yaşayanların nüfusunun 15.2 milyona ulaşacağını belirten Sofer, bunun yüzde 58’inin Arap, yüzde 42’sinin ise Yahudi olacağını vurgulamaktadır. Sofer’e göre, bu çerçevede İsrail içindeki nüfus dağılımı da 6.4 milyon Yahudi (şu anda 4.8 milyon) ile 3 milyon Arap ve Yahudi olmayan diğerleri (şu anda 1.8 milyon) şeklinde olacaktır. Dahası, Batı Şeria ve Gazze’de yaşayan Filistinlilerin halen 3.3 milyon olan nüfusu 5.8’e yükselecektir. Sofer son olarak, bu sürede İsrail nihai sınırlarını belirlemez ve Filistinlilerle bir ayrıma gitmezse “var olma krizine girileceğini” belirterek, “Son derece endişeliyim. Bu soruna bir çözüm bulunmazsa bir yok oluş yaşanacak” demiştir. Sofer açıklamalarına karşı İsrailli arap milletvekili Haşem Muhammed’in itirazlarına karşın, Komite Başkanı Don Meridor komitenin nihai sınırlar konusunu da ele aldığını ve demografik unsurların nihai sınırların belirlenmesinde belirleyici olacağını ifade etmiştir.[10]

Yine Soffer tarafından yürütülen bir araştırmada, İsrail için en büyük tehdidin ne İran’ın nükleer bombası ne de Arap orduları olduğu, aksine İsrail Devleti’nin bambaşka bir nedenle 15 yıl sonra çökeceği ileri sürülüyor. Buna gerekçe olarak da, İsrail’in kendini Tel Aviv’e hapsederek Tel Aviv dışında kalan bölgeleri ihmal etmesi gösteriliyor. Hayfa Üniversitesi tarafından “Tel Aviv Devleti İsrail için bir tehdit” adıyla yapılan araştırma, İsrail’in izlediği yanlış politikalara ve kendisini içeriden çökertecek tehlikelere dikkat çekiliyor. Araştırma raporunda, kırsal kesimdeki nüfusun, ekonomik imkanların daha iyi olduğu büyük şehirlere göç etmesinin yol açacağı tehlikelere işaret ediliyor. Profesör Soffer, Yahudilerin Tel Aviv ve civarındaki büyük şehirlere göç ederken İsrail’de yaşayan Arapların kırsal kesimlerde yaşamayı tercih ettiğini, bunun da İsrail’in demografik yapısını tehdit ettiğini belirtiyor. Araştırma sonucuna göre, bu gidişle İsrail’in kendi eliyle 1947 yılındaki bölünme kararını uygulamış olacağını, ülkenin Hayfa’dan başlayarak Askalan’a, oradan Tel Aviv’e uzanan bir sahil şeridine sıkışacağını da öngörülüyor. Yahudi nüfusun Tel Aviv’te toplanması halinde bunun siyonist devlet için çok açık bir tehdit, bu durumda İsrail’in bir ülke olarak varlığını sürdürmesinin imkânsız hale geleceği ve tahminen 2020 yılından itibaren de çatırdamaya başlayacağı ileri sürülüyor.[11]

İsrail’de yaşan mültecilerin durumundan şikayetçi olan yetkililer bunu beyan etmekten ve bir politika malzemesi olarak kullanmaktan asla geri durmamaktadır. Amerikan Yahudi Komitesi Genel Müdürü David A. Harris kaleme aldığı “İsrail ve Arap-İsrail Çatışması” isimli yazıda; “Geniş arazi imkanları, ve Filistinlilerle ortak olan dil, din ve etnik kökenlere rağmen Ürdün hariç diğer 21 Arap ülkesi, mültecilere vatandaşlık teklif etmeyi reddetmiştir” demektedir. Harris’e göre bu ülkeler iki üç nesildir çoğu sefil durumda olan kamplarda yaşamakta olan mültecilerin kötü durumlarının hafifletilmesi ile hiç ilgilenmemektedirler. Onun yerine İsrail’e karşı nefret duygularını daha da pekiştirerek, mültecileri İsrail’e karşı devam etmekte olan mücadelede önemli bir silah olarak kullanmaya devam etmektedirler. Yine Harris, İsrail devletinin Arap – İsrail savaşı sonrası Yahudi mültecilerini derhal kendi içine dahil ettiğini, buna karşın Filistin mültecilerinin kamplara yerleştirilerek özellikle ve planlanmış bir Arap politikası gereği ve BM’in de suç ortaklığı ile oralarda tutululduğunu iddia etmektedir.[12] Bu yazılanlarda yetkililerin üstü örtülü bir biçimde de olsa ülke içerisinde yaşayan arap nüfusundan tedirgin olduğunu ortaya koymaktadır.

İsrail Merkezi İstatistik Bürosu (CBS) tarafından hazırlanan bir raporda, İsrail’de Müslüman nüfus yıllık yüzde 3.4 oranında artarken, Yahudi nüfusun artış oranı ise yüzde 1.4. Müslüman nüfusun artış oranının Yahudi nüfusuna göre 2.4 kat daha fazla olduğu bildiriliyor. CBS tarafından yapılan nüfus tahminine göre Müslümanların 2020 yılında İsrail nüfusunun yüzde 20’sini oluşturacağı, şu anda yüzde 82’si Müslüman olan İsrailli Arapların oranının 2020 yılında yüzde 85’e çıkacağı vurgulanıyor.[13]

Sonuç:

Her ne kadar yapılan araştırmalarda elde edilen rakamsal bulgularda farklılıklar gözükse de, sonuç olarak bütün araştırmalarda elde edilen ortak bulgu Müslüman nüfusunu çok ciddi bir oranda yükseldiğidir. Bu durum her ne kadar laik gibi gözükse de, özü itibariyle sistemini belli bir inanca odaklamış devletler için büyük bir sıkıntı, ve hatta bazıları için ölümcül bir tehdit arz etmektedir. Peki bir çok uzman ve yetkili tarafından dile getirilen bu olgular gerçekten söylenildiği üzere sistemin bütününü ortadan kaldırabilecek güçte bir potansiyel mi teşkil etmekte, yoksa otoritenin kendi hegemonyasını sürdürebilmek adına tarihsel süreçte sıklıkla başvurulan bir yöntem olan ötekini yaratma modelinin bir çeşidini mi öne sürmektedir?

Kennedy kitabında Afrika ve Asya’daki nüfus artışına sıklıkla değinmekte ve demografinin gelecek yüzyılda iktisadi, sosyal ve sağlık alanında çeşitli sorunlara sebebiyet verebileceğine vurgu yapmaktadır. Biz bu çalışmada demografik dağılımda pay kısmında çoğunluğu teşkil eden Müslümanların “Batı” hegemonyası içerisinde nasıl bir değişim süreci gerçekleştirebileceğine ilişkin bir takım veriler sunmaya çalıştık. Görüldüğü üzere gerek Avrupa’da, Gerek Rusya’da, gerekse de İsrail’de yaşayan Müslümanların bu hızlı nüfus artışından ciddi şekilde tedirgin olan ve korku duyan çok ciddi bir kesim var. Öyle ki bu insanlar çok da uzak olmayacak bir gelecekte Müslümanların kendi ülkelerinin gerçek hakimleri olabileceğinden endişe ediyorlar. Bunu bütünüyle kabul etmezsek bile tarihsel bir çok örnek bizi bu durumun olabilirliğini sorgulamaya yöneltiyor.

Fransız ihtilali, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının parçalanmasını sağlayan süreci tetikledi. İmparatorluklar içerisinde ülkenin temel unsurundan ayrı bir yapı vardı ve bunlar kendi egemenliklerini yıllarca uyruğu olarak yaşadıklarından silah zoruyla talep ettiler. Bu süreçte belli bir nüfus yüzdesine sahip olanlar hiç şüphesiz daha başarılı idi. Bağımsızlık olmazsa bile temel hak ve hürriyetler konusunda benzer bir durumun şu an yaşanamayacağını sanırım kimse inkar edemez. Bir şekilde vatandaşlık hakkı tanıdığınız ve yasalarınız gereği sahip olduğu hakları kullanma konusunda garanti verdiğiniz insanları gayrı resmi bir şekilde dışlama politikanızı daha ne kadar devam ettirebilirsiniz ki? Bir şekilde bu insanlarda devlet aygıtı içerisinde yer alacaklardır. Çünkü sayıları her geçen gün artmakta, buna karşın sizin kendi zümrenizi besleyebileceğiniz kanallar kurumaktadır. Çok sevimli bir örnek olmayacak belki ama Türkiye’de devletin yegane hakimi olduğunu iddia eden, “yüzde 95 ile bile gelse, devletin çeşitli kurumları gereken cevabı verecektir”[14] diyen belli bir zümrenin bu sözleri söylemesinin üzerinden kaç yıl geçti ki, devletin nerede ise bütün aygıtları Cumhuriyetin belki kuruluş yılları da dahil olmak üzere yeni hegemonya tarafından bu denli kontrol altına alınabildi?

1967 Arap-İsrail Savaşı’nı, İsrail 3 Arap devletini perişan ederek 6 günde bitirmişti. Ruslar, 93 harbi ile Osmanlı’yı yıkıma götüren süreci başlattı, Avrupa gücüyle yıllar yılı dünya tarihi denince akla gelen tek bölge idi. Bütün bu ülkeler tarih boyunca kendinden kat be kat üstün ordulara karşı savaşmışlardır ve de bundan sonrada savaşabilecek teknolojik üstünlüğe sahiplerdir. Fakat kendi içerisindeki savaşı nasıl kazanacaklar? Bir şekilde, mutlak suretle ihtiyaç duyduğu fakat varlığından da bir o kadar rahatsız olduğu bir zümrenin artışını engelleyemez, ve de kendi taraflarının azalmasını önleyemezse mevcut iktidarını nasıl sürdürebilir? Bu durum biraz dışarıdaki soğuğa karşı sıkı giyinerek ondan korunabilmeyi başaran fakat “mikrop” vücuduna bir kere girdiğinde artık onun çoğalmasını önleyemeyen birinin durumuna benziyor sanırım. Dışarıya karşı kullanabileceğiniz bütün o askeri ve teknolojik üstünlükleriniz, içeride hiçbir işe yarayamaz. Kaldı ki günün birinde bu askeri gücü, bu teknolojiyi ve de bu silahları zamanında savaştığınız insanların eline vermeniz neredeyse kaçınılmaz gözüküyor. Rusya’nın Orta Asya’da ve Afganistan’da yaptıkları ortada. Fransa’nın Cezayir’de yaptıkları da öyle. İsrail’in ki ise hala devam ediyor. Fakat bir zamanlar katlettiği bu insanların akrabaları, dostları ve çocukları şu anda kendi ülkelerinde çalışıyor, orada okuyor ve günün birinde o ülkelerin yöneticileri olma yolunda ilerliyorlar.

H. İbrahim UĞRAŞ

Bibliyografya

Anadolu Ajans, (Ocak 2011),“Dünyadaki Müslüman nüfusu 2030’da 2.2 milyar olacak” http://www.hurriyet.com.tr/dunya/16864158.asp
BBC, (Mart 2012), “Moskova’nın artan Müslüman nüfusu” http://www.bbc.co.uk/turkce/multimedya/2012/03/120322_dg_moscow_muslims.shtml
ÇİFTÇİ Ç., (Şubat 2008), “Rektör Hilmioğlu, Özgürlükçü açıklamalara kızıp, paneli terk etti” http://www.zaman.com.tr/haber.do;jsessionid=F829945AF027547B04DC206431DABB64?haberno=651706
DEMİRTEPE M. T., (Ekim 2008), “Rusya Federasyonu’nun Demografik Yapısında Etnik Farklılaşma Trendi” http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=731
Edevlet1, (Haziran2008), “İsrail 15 yıl sonra yok olacak!” http://edevlet1.blogcu.com/israil-15-yil-sonra-yok-olacak/5376701
Gazetevatan,(Ocak 2005), “Yüzyıl içinde Avrupa’da Müslüman nüfusu artacak” http://haber.gazetevatan.com/0/44271/1/Haber
HARRIS D. A., “İsrail ve Arap-İsrail Çatışması: Kararsızlar için Kısa bir Rehber” http://www.ajc.org/atf/cf/%7B42D75369-D582-4380-8395-D25925B85EAF%7D/GuideForThePerplexed_Turkish.pdf
İHA, (Şubat 2004), “İsrail’de Müslüman nüfus artıyor” http://haber.mynet.com/israilde-musluman-nufus-artiyor-109999-dunya
İZCİ İ., (Şubat 2011), “2030 yılında Avrupa’daki Müslüman nüfusu ne kadar olacak?” http://www.dipnot.tv/4256/2030-yilinda-Avrupadaki-Musluman-nufusu-ne-kadar-olacak.aspx
KENNEDY P., (Şubat 1999), Yirmi Birinci Yüzyıla Hazırlanırken, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s 55
MALTHUS T., “Nüfus Prensibine Dair Deneme” http://www.dusuncetarihi.com/makale/nuefus-prensibine-dair-deneme
NTVMSNBC, (Temmuz 2001), “İsrail’de “Filistin nüfusu artıyor” endişesi” http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/94714.asp
ŞEN F., Faruk Şen, “Müslüman Nüfusu Avrupalıları Korkutuyor” http://www.turkpress.de/manset/musluman-nufusu-avrupalilari-korkutuyor
VOA, (Haziran 2007), “Rusya’da Müslümanlar Çoğunluk mu Olacak?” http://www.voanews.com/turkish/news/a-17-2007-06-26-voa7-88083687.html

[1] T. R. Malthus, Nüfus Prensibine Dair Bir Deneme, Londra: Reeves and Turner, 1878, s. 1-6, 8-10.

[2] Paul Kennedy, Yirmi Birinci Yüzyıla Hazırlanırken, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Şubat 1999

[3] İpek İzci, 2030 yılında Avrupa’daki Müslüman nüfusu ne kadar olacak?, Şubat 2011

[4] A.A., Dünyadaki Müslüman nüfusu 2030’da 2.2 milyar olacak, Ocak 2011

[5] Gazetevatan, Yüzyıl içinde Avrupa’da Müslüman nüfusu artacak, Ocak 2005

[6] Prof. Dr. Faruk Şen, Müslüman Nüfusu Avrupalıları Korkutuyor

[7] M. Turgut Demirtepe, Rusya Federasyonu’nun Demografik Yapısında Etnik Farklılaşma Trendi, Ekim 2008

[8] BBC, Moskova’nın artan Müslüman nüfusu, Mart 2012

[9] VOA, Rusya’da Müslümanlar Çoğunluk mu Olacak?, Haziran 2007

[10] NTVMSNBC, İsrail’de “Filistin nüfusu artıyor” endişesi, Temmuz 2001

[11] Edevlet1, İsrail 15 yıl sonra yok olacak!, Haziran2008

[12] David A. Harris, İsrail ve Arap-İsrail Çatışması: Kararsızlar için Kısa bir Rehber

[13] İHA, İsrail’de Müslüman nüfus artıyor, Şubat 2004

[14] Çetin Çiftçi, Rektör Hilmioğlu, Özgürlükçü açıklamalara kızıp, paneli terk etti, Şubat 2008